Helikopter işi nasıl başladı?

 

Hayır... Olmuyor işte! Şarjlı tornavida dünden beri şarjda ama ilk vidada inleyerek durdu kaldı.

Şarjlı tornavidalarım benim en önemli aletlerimdendirler. Yeşil gövdeli B&D ikizleri senelerdir kullanırım. Ama sanırım artık bataryaları ömürlerini tamamlıyor. O zaman ne yapılır? Batarya kısmı sökülür ve doğru Karaköy’e gidilir. Çünkü Karaköy’de hemen her türlü pil ihtiyacına çözüm bulunabilen bir yer vardır. Orada orijinalinden bile daha kaliteli bir batarya bloku hazırlanabilir mutlaka.

O gün Karaköy’de Elosa’nın kapısından girerken aklımda sadece sevgili şarjlı tornavidam vardı doğrusu. Başıma bunların geleceğini nereden bilebilirdim ki?!

İçeride bir müşteri daha olduğu için sıramı beklerken, arada konuşmalara da kulak misafiri oldum. Müşteri gençten bir delikanlı idi. Elinde bir uzaktan kumandalı model otomobil şasisi vardı. O otomobil için batarya hazırlatmak üzere oradaydı anladığım kadarıyla.

70’li yıllarda Alman Lisesi’nde iken, arkadaşların çoğu okulun hemen karşı sokağındaki kahveye giderlerdi. Ben de bir yan sokaktaki Jet Model’e. Uzun uzun vitrine bakar kelimenin tam anlamıyla ağzımın sularını akıtırdım. Bazen içeri girer, aromatik hidrokarbon kokusunu (tiner kokusu desem yanlış anlaşılabilir!) içime çekerdim. Harçlık durumuna göre ya Jet Model’in lastik motorlu kit uçaklarından ya da doğrudan plandan yapmak üzere malzemeler satın alır heyecanla eve koşardım. 70’li yıllardan söz ediyoruz. Ne internet var, ne Ebay ne de Çin! Evet evet Çin bile yoktu! Ama Türkiye’de bir Telsiz Kanunu vardı. Evet, duyuyor, okuyorduk uzaktan kumandalı modelleri ve modelcileri ama Jet Model’de bile bir uzaktan kumanda vericisini yakından görmüşlüğümüz yoktu. Dayımın Almanya’dan getirdiği Graupner kataloğu salyalarımdan ıslanmış ve hamura dönmüştü. Neyse, sonuçta ne para vardı ne de alınabilecek birşey. Buna rağmen balsa çıtalarla birşeyler yapıp 2-3 m ileriye “uçurduğumuz” zaman bayram ediyorduk.

Gençliği bu yokluklarla geçen birisi için, önde ve arkada diferansiyeli olan, dört çeker, acayip süspansiyonlu bir RC otomobil şasisinin nasıl bir etki yapacağını herhalde düşünebilirsiniz. İşte Elosa’da, adının sonradan Cem olduğunu öğrendiğim bu delikanlı, bana bir nefeste “Deli” gibi ilgilendiği bu hobi ile ilgili bilgiler verip HobbyRC adlı siteyi önerdi. Sonradan gördüğüm kadarıyla bu DellyCem gerçekten de RC modelcilik konusunda bir “deli” idi! Yani, adamın eline kumandayı ver önüne de plaj terliğini koy, 3D uçurabilir. O hesap...

Kader ağlarını örmüştü. Muhtemelen şarjlı tornavidamın bataryasının bozulması da planın bir parçasıydı. Tabii o zaman ben bunun farkında değildim.

Bir hevesle içimdeki uyuyan modelci canavarını uyandırmayı denedim. Uyandı, şöyle bir silkindi ve ver elini İnternet. İşim dolayısıyla vakit kısıtlamam vardı. Öyle uzaklara gidip açık arazi bulup uçak uçurmam zor görünüyordu. O nedenle mutlaka uçan ama indoor uçabilen birşey olmalıydı. Ayrıca el yeteneğim modelcilikten çok uzaktı ve artık daha çok insan kesmeye (!) yönelmişti. Her ne kadar genel amaçlı alet parkım iyi olsa da hassas işler için yeterli olmayacaktı. O nedenle alacağım model RTF olmalıydı. “Fly right out of the box”. Böyle birşeyin olamayacağını bilemeyecek kadar saf ve temizdim o sıralar!

İnternetten dört kanallı helikopter araştırmaya başladım. Birkaç yerli firma vardı ve fiyatları pek bir uçuktu. Sonra bir açık artırma sitesinden bir Walkera buldum. Hem de kamerası ile birlikte! Nasıl hayal ama? Walkera 4 ile kameralı uçuş! Breh breh breh...

Satıcı sağolsun hastaneye kadar getirip elden teslim etti. Akşam büyük bir heyecanla yapılan ilk deneme tabii ki fiyasko idi. Ama kamera ayrı olarak güzel çalışıyordu. Helikopter ise pek uçmaya niyetli görünmedi bana. Günlerce evde bir o yana bir bu yana vura vura Walkera’yı parçaladım. Geniş alan olsa iyi olur sanıyordum ama o zaman da rüzgar faktörü devreye giriyordu. Sadece 175 gramlık minicik bir helikopter ise bırakın rüzgarı, pilotun aksırığından bile nem kapıyordu. Sonunda Cem’in sitedeki önerileri doğrultusunda bir sürü upgrade yapmak zorunda kaldım. Özellikle de direct drive tail rotor epey işe yaradı. Artık 1-2 saniye süreyle 5-10 cm uçabiliyordum!!!

O zamanlar eski modelci ve yeni helikopterci olmanın getirdiği ilginç bir özgüvenle forumda ahkam kesiyordum ayrıca: “Efendim, en az dört kanallı olacak ama öyle koaksiyel falan olmaz. Koaksiyeller oyuncaktan öte değillerdir. Çok iddialıysan 22E gibi daha ileri (!) bir modele yöneleceksin. Ayrıca ne o öyle simülatör falan. Tamamen anlamsız.”

İnsanın dünyası ne kadar küçük ise o dünyanın kapsadığı herşey de o kadar az oluyor tabii. Zira hacim çapın küpü ile doğru orantılı artan bir büyüklük! Dolayısıyla insan öğrendikçe aslında hiçbirşey bilmediğini anlıyor. O zaman, eskisi gibi kesin yargılardan kaçıyor, çok yönlü düşünebiliyor, aptalca iddialaşmalardan kaçınıyor, kısacası “olgunlaşıyor”.

Yaz tatilinde Bodrum’a gidilirken Walkera da yanımızda idi. Aspat Tatil Köyü’nün otoparkındaki uçuş denemelerinde elim ayağıma dolaşınca 3-4 metreden yere çakıp parçaladım helikopteri.

Bir hafta sonu İzmit’e bacanağa gittik. Tabii bizim Walkera onarılmış ve uçuşa hazır vaziyette bagajda. Hava da sakin olunca sitenin otoparkında uçuşa karar verdim. Ama lütfen dikkat edin. Çok bilen olduğum için simülatörle falan uğraşmıyorum. Dolayısıyla model bana kıçı yerine yüzünü döndüğünde ne yapacağımhakkında en ufak bir fikrim bile yok. Ama böyler bir “nose in” kavramı da yok ki benim küçücük modelcilik dünyamda. Neyse efendim biz aleti çalıştırdık, öyle böyle derken bu bir havalanmaz mı! Önce yandaki apartmanın 4.kat balkonuna yöneldi. Ben ise tamamen iptal durumdayım. Öyle bakıyorum. Tren de değil ki meret ama demek ki bazıları da öylece helikoptere bakabiliyormuş. Sonra bizim Walkera balkona inişten vazgeçmiş olacak ki yandaki yüksek gerilim trafosu bulunan direğe yöneldi. Ben hala bakıyorum. Sonra hiç değilse tellere takılmasın da üzerlerinden geçsin diye düşünerek biraz daha gaz verdim. Alet aldı başını gitti. Pilot iptal. Sonra pilot evin antresinde çalışmalar yaptığı günleri hatırladı. “Dardaysan gaz kes!”. Bu ilke daha sonra onun T-Rex 450’yi de birkaç kez parçalamasına yol açacaktı. Kesti gazı. Helikopter ilerilerde bir yerde otlara karıştı. Ama olsun, ilk kez uzun bir süre (siz deyin 1 dakika, ben diyeyim 1 saat) uçuş yapmıştı.

Normalde bu tür bir kırım insanı hobiden soğutabilir. Ama ben bu kırımı aslında iyi kötü başarılmış bir uçuş olarak görüyordum. Dolayısıyla daha ileriye gitmeliydim.


T-REX ALIYORUM

Walkera 4 İzmit’teki o müthiş uçuştan sonra bir daha uçmadı. Ama helikopter hobisi de bitmedi tabii. Arkadaşlar arasında bir toplantıda laf açıldı hobilerden falan. Ben de RC helikopter uçurduğumu (!) söyledim. Genelde bu türden bir hobinin pek de yaygın olmadığı gibi bir yanılgı içindeymişim o zamanlar. Çok sevdiğim bir arkadaşım da demez mi, “aaa çok iyi, ben de RC planörlerle ilgileniyorum”! Hayır, sorun değil tabii ki ilgilensin de, ben “helikopter uçuruyorum” demişim. Halbuki nasıl “uçurduğumu” hepiniz biliyorsunuz. “Yok, Gökhan’cığım, öyle değil, şöyle, böyle” diye idare etmeye çalıştım durumu. Sevgili dostum Gökhan ise her zamanki tevazusu ile konuyu iyice bir açtı. Bir de baktım ki önümde bir derya var RC modelcilik konusunda. Biz bu konuyu aramızda sık sık konuşur olduk. Bir akşam benim muayenehanede toplandık birkaç arkadaş. Gökhan da orada. “Dur dedim, ben bunu bir test edeyim”! Verdim eline Walkera 4’ün kumandasını, “al bir bak bakalım uçuyor mu” dedim. Gökhan da o sıralar eşinin doğumgünü hediyesi olan bir HeliMax kullanıyor. Benim yerlerde süründürdüğüm Walkera 4’ü Gökhan odanın içinde resmen “uçurdu”! İnanılır gibi değil. O zaman anladım ki bu adam bu işi biliyor.

Sonra Gökhan bana bir “set” önerdi. Kendi alışveriş yaptığı yurtdışı (Çin) sitelerinden birinden bir T-Rex 450 SE V2 toplamamı, Walkera 4 ile daha fazla vakit yitirmememi önerdi. Onun önerileri doğrultusunda güzel de bir kumanda ile bu model kitini satın aldım. Montaja başlamadan önce kendime asla ama asla acele etmeyeceğime dair söz verdim.

Yusuf Kahvecioğlu’nu bilenleriniz var mıdır acaba? Yusuf çok sevdiğim bir uçak mühendisi, pilot ve havacılık delisi arkadaşımdır. Samsun’da zamanında sıfırdan bir ultralight tasarlayıp, yapıp uçurmuştu. YuKa adını verdiği bu ultralight ile Türkkuşu’nun yarışmasında birinci olarak ödül kazanmıştı. Sonra da maliye motorlu taşıt vergisi istemişti Yusuf’tan. Batı’da “deneysel” (experimental) kategoride binlerce uçak yapılırken ve bu durum devletler tarafından sürekli desteklenirken bizde mutlaka köstek olunmalıydı. Olundu da! O zamanlar motorlu taşıt vergisi Ziraat Bankası’na yatırılıyordu. Yusuf vergi yatırmaya gittiğinde “PLAKA NO” sordular kendisine!!! Nedendir bilinmez Yusuf YuKa’ya plaka takmamıştı! Burası Türkiye arkadaşlar. Vergi vermezsin “niye vermedin” derler. “Vereyim” dersin, almazlar. Konu Yusuf’a nereden geldi? Şimdi, Yusuf daha sonraları bir uçuş okulu kurdu Samsun’da. O arada Türkkuşu’ndan hurdaya çıkmış birkaç Piper L18, L21 alarak onları topladı. İlk topladığı Piper bir efsane idi. Çünkü mor-beyaz çizgili iç döçemeleri ve “ebüvee” kornası (!) ile havacılık tarihinde bir ilkti! Yusuf o Piper’ı toplarken müthiş bir özenle çalışırdı. Bir tek perçin için haftalarca sabırla beklediğini görmüşüzdür. Ama havacılığın ilk üç kuralı olan “1- Emniyet, 2- Emniyet ve 3- Emniyet”, dördüncü, beşinci ve altıncı kuralları mutlak şart haline getiriyor: 4- Sabır, 5- Sabır, 6- Sabır! İşte ben de ilk kit helikopterimi toplarken bu mantığı benimsemeye karar verdim. Öncelikle “alet işler, el övünür” prensibi doğrultusunda gerekli alet parkını oluşturdum. Hatta muayenehanemin atölyeye dönüştürdüğüm arka odasındaki çalışma masamın üstünü çepeçevre kablo kanalı ile kapattım. Düşebilecek küçük bir vidayı yerlerde aramak için olmayan saçlarımı yolmayayım diye! Montaj sırasında özellikle sevgili Güneş kardeşimin başını sık sık ağrıttım. Diğer tüm arkadaşların yardımları ile sonunda T-Rex’i toplamayı başardım. Ama ilk uçuş için henüz cesaretimi toplayamamıştım.

Kısa bir süre sonra Gökhan’ın ofisinde toplandık. İçeri girdiğimde büyük ekran ve projektör kurulmuştu ve Aerofly Pro Deluxe açıktı. Gökhan bana birkaç demo uçuşu yaptı helikopterlerle. Baktım ki inanılmaz kolaymış (!).

Bakırcı çırağının hikayesini bilir misiniz? Dul kadın tek oğlunu bakırcının yanına vermiş ki iş öğrensin. Çocuk üç gün gitmiş işe dördüncü gün yok. Sonraki günlerde de yok. Birgün ustası anneyi pazarda görüp ne olduğunu sormuş. Kadın, “bizim oğlan öğrenmiş bakır işini” diye yanıt vermiş. “Nasıl yani” diye sorunca usta, aldığı yanıt şuymuş: “Bakırı ateşe koyuyorsun oluyor ısı, çekiçle vuruyorsun oluyor yassı, kerpetenle yanlarını büküyorsun, oluyor tepsi.”

Usta demiş ki, “oğlana bak, benim 40 yılda öğrenemediğim mesleğimi üç günde öğrendiği yetmiyormuş gibi bir de anasına öğretmiş!” Bıyık altında gülerek çekip gitmiş.

Bunu niye mi anlattım? Benim durumum o zamanlar aynen bakırcının çırağı gibiydi. Ne var helikopter uçurmakta? Motor “fayrap”. Stiklerle ileri geri, oldu bitti işte. Aldım simülatör kumandasını elime. Ehh ne de olsa gerçek pilotluk var serde. Flight Simulator desen destan yazmışız. Minicik helikopter mi korkutacak bizi? Kumanda bende. Dakika bir gol bir diyeceğim ama ne dakikası arkadaşlar, üçüncü saniyede iş bitti. “Dur şöyle doğru dürüst oturayım da göstereyim nasıl kullanılır bu meret”... Bu sefer dördüncü saniyede! İlerleme var galiba!

O akşam sevgili dostum Gökhan bana çok önemli bir ders verdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde ağır bir GP helikopteri 5-6 m yarıçaplı bir alanda hover pozisyonunda tutabiliyordum. O, bu değil de, asıl öğrendiğim, aslında hiçbirşey bilmediğim idi.

Eve döner dönmez hemen bir Aerofly temin ettim ve çalışmalara başladım. İlk günlerde büyük yakıtlı helikopterler ile nispeten kırımsız uçabiliyordum. Ama bir T-Rex 450 modeli ile deneyince daha havalanamadan palleri yere çarpıyordum. Sonra biraz uçurmaya başladım ama kontrol bende değildi kesinlikle! Tam moralimi yitiriyordum ki birden biraz birşeyleri kontrol edebildiğimi farkettim. T-Rex 450’yi makul bir şekilde, kırmadan uçurup indirmeye başladığımda deriiin bir “ohhh” çektim. Bunu hocama (Gökhan) anlattığımda pek de etkilenmiş gibi görünmedi bana. “Simulation rate ayarını artır biraz, yavaş yavaş %150’ye kadar çıkmalısın” dedi. Buyurun buradan yakın! Ben “tamam Sümer, sen artık oldun” lafını beklerken aldığım yanıta bakın! Çalışmanın sonu yok. % 150’ye kadar çıktım. Ara sıra RealFlight’ı da denedim. Rüzgar ekledim. Türbülans ekledim. Normal hover, side in hover, nose in hover yaptım. Yamuk yumuk da olsa meydan turları yaptım. Kırmak bedava değil mi, inverted flight bile denedim! Artık kendimi daha hazır hissediyordum.

Sonra bir gün Zafer geldi. Zafer çok eski bir arkadaşım. Bir T-Rex 450 SE V2 toplamıştı ama kumanda ayarları konusunda sıkıntıları vardı. Birlikte onları yaptık. Zafer gitti, iki gün sonra bir mesaj attı: “Sümer abi, bu alet bir harika, hover yapıyorum bununla”. Buyurun bakalım. Ben daha uçamadım yahuuu!!!

Uçamadım ama her an uçabilirim. Çalıştığım hastanenin önünü gözüme kestirdim. Sahil genelde kuytu yerler içeriyor ve pek rüzgarlı olmuyordu. Artık oraya giderken T-Rex bagajımda oluyordu. Bir metrelik iki tahta çıtadan yapılma eğitim ayakları da öyle. Bir Cumartesi “artık tamam” dedim. Topladım herşeyi ve sahile indim. Herşey güzel başladı. Hafif esinti yok değildi ve ben yüksek headspeed’in stabiliteyi artıracağını henüz bilmiyordum! O nedenle throttle curve de pitch durve de 0-25-50-75-100 olarak ayarlı idi. Aslında fena uçmadım ama genel olarak çok kontrollü değildim. Birkaç kez kalkıp indikten sonra helikopter bir ağaca yakın bir pozisyonda yere indi. Hem de yüzü bana dönük halde! Gidip oradan alıp alanın ortasına koymak yerine, kendime gelen aşırı güven nedeniyle nose in pozisyonda, hafif esintili havada, düşük kafa hızıyla oradan kalkmak istedim. Tabii ki beklenen oldu ve ben ağaca “girdim”! Baktım ki orijinal Align karbon paller kırılmış. “Ehh çok da sorun değil, hallederiz” diye düşündüm. Akşam hemen pal siparişi verildi. Posta masrafına aldırılmadan en hızlı seçenek seçildi. Birkaç gün içinde paller elimdeydi. Tabii hemen yeni paller takıldı ve motor çalıştırıldı. Aman Allah’ım o da ne?! Kafa fıldır fıldır... Meğer ana şaft yamulmuş. Ana dişli de darbe nedeniyle hasar görmüş. Bazı servo bağlantı çubukları neredeyse yerlerinden çıkacak haldeler. Ayrıca ana pal tutucu gevşemiş. Tabii sen Align’e güvenir, biraz da acemiliğin verdiği korku ile söküp threadlock sürmezsen olacağı budur!

Artık neredeyse ağlayacak haldeydim. Çünkü basit bir pal kırığı sandığım durum aslında helikopterin ana rotor kafasını neredeyse dağıtmıştı. Yine panikle bolca malzeme sipariş edildi. Bir sürü kargo masrafı ödendi ve helikopter sonunda tekrar toparlandı.


OLACAK MI NE?!

Evet, ilk büyük kırım sonrası epey bir masraf ve emekle T-Rex yeniden uçabilir hale getirildi. Ama artık aklımda doğru dürüst bir ayar yapabilmek için bir çözüm arayışı vardı. Netteki forumlardan birinde bir test standı projesi gördüm. Adam iyi yapmıştı, hoş yapmıştı da helikopterin bağlandığı tahta platformu ana ayağa, büyükçe bir delikten geçen bir vida ile tespit etmişti. Bu şekilde her eksende hareket sağlamıştı ama ne yazık ki bu çözüm hiç “şık” değildi! Bir süre (ki bu birkaç haftayı buldu) sürekli bir test platformu tasarladım kafamda. Öyle olmalıydı ki belirli sınırlar içinde helikopterin her yöne hareketine izin vermeliydi. Ben de ona göre ince ayar yapabilmeliydim.

Sonunda HobbyRC sitesindeki forumlarda ayrıntıları verilen bir iki versiyon geçilerek nihai versiyona ulaşıldı (http://www.sumeryamaner.com/stand3.doc). Artık T-Rex bu standa bağlanarak ayarlanabilecekti. Epey bir zaman bu yeni “simülatör” ile vakit geçirdim (http://s307.photobucket.com/albums/nn317/sumeryamaner/?action=view&current=MOV04932.flv). Ama hala bir şey vardı. Vardı da o neydi?! Bilemiyorum...

Bu dönemde artık yelkenleri iyice suya indirmiştim. Kumandaya daha iyi hakim olmak ve özellikle de nose in konumunda kontrolü kaybetmemek için çok stabil indoor bir modele ihtiyacım olduğunu anlamıştım. Başka bir sebeple Ankara’ya yaptığım günübirlik yolculukta, işi gücü bırakıp Türkkuşu’nun satış mağazasını buldum. Açıkçası hiç böyle bir ilgi beklemiyordum. Oradan bir Apache 64 aldım. Benim eskiden oyuncak olarak nitelediğim koaksiyel bir helikopter. İstanbul’ gelir gelmez denedim. Aman Allah’ım mükemmel! Nasıl keyifli birşey. Kolay da kırılmıyor. En fazla, pal değişip devam ediyorsunuz. Evde odalar arası seferlere başladım. Pencereler açıkken koridorda korkunç (!) türbülans oluyordu. Ama iyi kötü başa çıkabilliyordum. İşte o dönemlerde HobbyRC sitesindeki foruma itiraflarımı içeren bir yazı yazdım. Başlarda kaale bile almadığım simülatörün ve koaksiyel helikopterlerin aslında ne kadar yararlı olduğunu belirttim. Bir tür günah çıkarma idi sanırım!

Bir gün cesaretimi toplayıp yine sahile, uçuş alanıma gittim. Biraz uçuş yapmaya çalıştım ama bir türlü istediğim gibi olmuyordu. Sonra yere yakınken kuyruk bir şekilde yerle temas etti. Olamaz! Boom 45 derecelik bir torsiyona uğramıştı ve dikey fin artık yatay findi! Nasıl bir kuvvetin bunu yapabildiğini bugün bile anlayabilmiş değilim. Tabii yine siparişler, beklemeler...

Haziran’da bir hafta sonu çok yakın bir arkadaşımın yazlığına gittik. T-Rex de yanımızdaydı. Epeyce rüzgar vardı ve bahçede ağaçlar falan vardı. Bir aceminin kesinlikle uçmaması gereken koşullarda dayanamayıp uçmak istedim. “Sabır” nerede??? Sonunda bir vişne ağacını budayarak bitirdim o günkü kısa uçuşumu. Tabii yine siparişler, beklemeler...

Sonunda T-Rex toplandı. Test platformuna bağlandı. Deneme uçuşu yapıldı. O da ne?! “Kedi buysa ciğer nerede” hesabı, eğer bu “şey” benim T-Rex ise önceki neydi? Neredeyse hiçbir düzeltmeye gerek kalmadan yükselip alçalan, abuk sabuk yanal hareketlere yeltenmeyen, son derece “iyi kalpli” bir T-Rex vardı karşımda. Ne oldu, nasıl oldu bilemiyorum ama sonunda T-Rex’i “doğru” toplamayı başarmıştım sanırım. Senelik izin de kapıdaydı. Bodrum Aspat’ta bu kez iki sene önceki Walkera macerasının yerine bir T-Rex macerası yaşanmalıydı. Aslında bu kez macera değil de bir T-Rex zaferi olmalıydı bu!

Tüm bunlar olurken, çok sevgili dostum Emre de bana doğumgünümde bir EP Piper hediye etmişti. Emre benim servisimin uzmanı. Biz uzman arkadaşlara “başasistan” deriz. Her zorluğu üstlerine yıkarız, sonra da “biz hocayız” diye kasım kasım kasılırız. Emre de tüm servis öğretim üyelerinin sağ koludur. Sümer abisinin Walkera maceralarını duyduktan sonra ona doğum gününde en iyi hediyenin bir RC uçak olacağına karar vermiş.

Bu Piper aslında fırçalı motorlu, aileron kumandası olmayan üç kanallı bir model. NiMh bataryası var ve ESC’si belirli bir gerilimin altında motoru kapatıyor. Reset butonuna basmak gerekiyor. Ne yazık ki NiMh batarya paketi çok da başarılı değil. Gazı tam açınca yeterli akımı sağlayamadığı için gerilim çok düşüyor ve ESC devreyi kesiyor. O zaman bir LiPo modifikasyonu şart. Apache 64’ün LiPo’su ile yaptığım deneme oldukça başarılı gibiydi. Tam gazda bile ESC kesmiyordu devreyi. Ancak 8.6 V yerine 7.4 V nominal gerilim beni düşündürmüyor değildi. Buna rağmen Piper’da arabanın bagajındaki yerini aldı Bodrum yolculuğunda. Hatta eşim ve çocuklarıma havayoları mantığı ile bagaj kısıtlaması bile getirmek zorunda kaldım. Epey homurdandılar ama tatile gidiyor olmanın heyecanı onları yatıştırmaya yetti.

Bodrum’da ilk gün rüzgarlı idi. Ama akşama doğru rüzgar kesildi. Saat 18:00 gibi neredeyse yaprak kıpırdamaz haldeydi. Nasıl bir heyecan duyduğumu anlatmam zor. Bir yandan uçmak istiyorum diğer yandan daha tatilin ilk günü bir kırım yaşayıp herşeyi berbat etmekten çekiniyorum. Önceki deneyimlerim olumlu değil ama bu kez test standında, daha önce hiç olmadığı kadar sakin bir T-Rex var elimde. Kalbim küt küt atarak odaya gidip T-Rex’i ve malzemeleri aldım. Tahta çıtalar çabuk kırıldığı için aluminyum borular ve ahşap toplardan yaptığım eğitim ayağını da aldım. Gözlerden uzak kuytu bir çayır buldum kendime. Her hareketi ağırdan alarak hazırlıklara başladım. Önce eğitim ayakları yere kondu. T-Rex üzerine oturtuldu. Takım çantasından dört adet kablo bağı alındı ve helikopter ayağa tespit edildi. Pal tutucu çıkarıldı ve ana paller açıldı. Kuyruk palleri kontrol edildi. Genel bir harici kontrol yapıldı. Verici açıldı. Doğru model seçimi kontrol edilip doğrulandı. Frekans tarayıcı açıldı ve bölgede başka bir verici olmadığından emin olundu. Dikkat ederseniz hala top çeviriyorum! Artık kanopi çıkarılıp batarya takılma zamanı geldi. Batarya yerine tespit edilip, bağlantı sağlanınca ve kanopi yerine takılınca uçuş için engel kalmadı. Ağır (!) adımlarla helikopterden uzaklaşıldı ve kumanda yerden alındı. Artık kaçarı yoktu bu işin. Ya uçulacaktı ya da uçulacaktı. Hem kırım olursa kalan günlerde Piper ile oyalanmak da mümkündü.

Güneş ile yapılan yazışmalarda yüksek kafa hızının stabiliteyi artırdığı konuşulmuştu. O nedenle de throttle curve 0-50-65-75-85-100 gibi ayarlanmıştı. 1990 yılında Türkkuşu’nun Samsun’da düzenlediği motorlu uçuş kursuna katılmıştım. Kazık kadar adam olsam da annem biricik oğlunun atılacağı bu korkunç (!) tehlikeyi yerinde görmek için benimle Samsun’a gelmişti. Hatta o kadarla da kalmayıp, ilk gün havaalanına da geldi. Hocaları, teknisyenleri ve uçakları denetledi. Hocam İbrahim Doğan’a ve ekip şefi Ergin Ünver’e “aman benim bir tane oğlum var, çok hızlı gitmeyin, çok da yükseklere çıkmayın” diye, uçuş mekaniğini bilen bir havacının tüylerini diken diken edecek bir ricada bulundu. “Too low and too slow” havacılıkta ölümcül bir ikili oluşturur bildiğiniz gibi. Ben de helikoptercilikte rotor hızını yükseltmekten korksam da Güneş’in ikna edici çabaları sonucu yüksek headspeed seçeneğine kendimi ikna edebilmiştim.

Bu durumda yapılacak tek şey gaz açmaktı sanıyorum. Ben de biraz açıp bekledim. Align marka T-Rex’imin CopterX marka rotor kafası en ufak bir sarsılma olmaksızın dönmeye başladı. Bu sürtünmesiz, rahat, dengeli ve keyifli dönüş sesi insanın içini ferahlatıyor hep. Test standı çalışmalarında 0-25-50-75-100’lük pitch curve ile gaz kesildiğinde aşırı bir negatif pitch oluştuğunu farketmiştim. O nedenle pitch ayarım da yaklaşık 40-50-60-75-100 gibi bir yerlerde idi. Dolayısıyla sol stik ortalara gelene kadar T-Rex’te çok fazla bir hareket olmayacaktı. Ayrıca ESC mode 2 yani governörsüz heli moduna ayarlı idi.

ESC programlanması deyince aklıma geldi. Sizlere bir hatırlatma yapayım. Eğer sıra dışı throttle curve ile çalışıyorsanız, ESC programlarken dikkatli olun. Daha da iyisi farklı bir sıfır model seçip öyle programlama yapın. Geçenlerde benim abuk throttle curve ayarım nedeniyle stik pozisyonlarının gönderdiği sinyaller non-lineer olduğu için ESC programını değiştirene kadar saç baş yoldum.

Neyse... Heli modundaki ESC devri yavaş yavaş artırdı. Artık rotor tam hıza yakın dönmekteydi. Tamam mı devam mı? Tabii ki devam. Yavaşça sol stik ilerletildi. Sağ ile ufak ufak kumandalar verildi. Bu arada -% 50 dolaylarında bir expo vardı sağ stik işlevlerinde. Yoksa benim gibi bir aceminin helikopteri yerde ters çevirmesi işten bile olmayacaktı. Evet, sonunda T-Rex yerden ayrıldı. Biliyorsunuz, helikopterler için derler ki, “helikopterler aslında uçmazlar, o kadar çirkindirler ki yeryüzü onları iter”. Ne kadar büyük bir haksızlık. Halbuki ne kadar yakışıklı aletlerdir helikopterler. Bunu söyleyenler halt etmiş!

Lafa daldık, T-Rex’in yerden birbuçuk metre yükseldiğini farkedemedik bu arada. Evet bayağı hover yapıyordu heli. Tamam ben de biraz kumanda ediyordum ama sanırım ben karışmadığım zaman çok daha iyi oluyordu.

PPL aldıktan sonra bir dönem TopAir’de Cessna 152 ile uçmuştum. Bir seferinde gençten, Anadolu Üniversitesi mezunu, benim yanımda çoluk çocuk kalan bir hoca ile uçmuştum. Ben uçarken öyle heyecanlanıyordum ki kumandaları sıkmaktan neredeyse elimde eriyecek gibi oluyorlardı. Sonra hocam izin istedi ve parmak uçları ile kumanda ederek bir meydan turu yaptı. Çok kızmıştım!

Uzaktan kumandayı kullanırken de bir türlü alışamadığım pinch metodu yerine thumb metodunu kullanıyorum. Ama baş parmaklarımı öyle bastırıyorum ki stiklere, stiğin ucu parmağımı delip geçecek sanıyorum. O nedenle özel künt başlı stikler bile taktım kumandaya. İşte T-Rex hover yaparken ben her tarafımdan ter fışkırır şekilde birşeyler yapmaya çalışıyordum. Gazı biraz azalt. Tamam. OK. Aaa indi. Hem de tek parça olarak!!! İnanılmaz...

Bu şekilde birkaç pil uçup indim. Sırılsıklamdım. Yüzüm alev alevdi. Kolay mı, milli olmuştum artık!!!

 

İLK KEZ MİLLİ OLAN DELİKANLI

Ne yapar? Koşup mahalledeki arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlatır olayı değil mi? Ben de öyle yaptım. Helikopteri odaya bırakıp laptopu kaptım. Efendim, biliyorsunuz bu otellerde ve tatil köylerinde bir adet var. Wireless bağlantı gücü öyle sınırlandırılmış ki ancak belirli bir alanda bağlantı mümkün. Halbuki ne olacak, aç sonuna kadar, odadan da bağlanabileyim. Ayrıca odadan ek ücretli internet bağlantısı mümkün olsa anlarım da bu şekil biraz garip. Neyse uzatmayalım, ben laptopu kapıp wireless bağlantının bulunduğu restoran bölümüne yollandım ve ilk iş HobbyRC forumlarına girip “Nihayetttt” başlıklı bir mesaj attım. Bu olay tüm dostlarla paylaşılmalıydı. Samsun’daki PPL kursunda da ilk yalnız uçuşum sonrasında el arabasının içine doldurulmuş suyun içinde ıslatılmıştım tüm arkadaşlarımca. Burada da sanal bir ıslatma partisi gerekliydi!

Yürümem bile değişmişti bu arada. Yere çok daha sağlam basıyor, etrafıma çok daha büyük bir güvenle bakıyordum. Ne de olsa T-Rex’imi kırmadan uçurmayı ve geri getirmeyi başarmış bir RC pilotuydum artık.

Ondan sonraki günler T-Rex yere inmedi desem yeridir. Öyle oldu ki, hafif rüzgar bile pek korkutmamaya başladı. Yavaş yavaş ileri geri bir şeyler denenmeye başlandı tabii ki. Forumdaki arkadaşlar da video diye tutturdular. İşte o zaman da dünyalar güzeli kızlarım yardıma koştu. Ben uçuş yaparken onlar video kaydı yaptılar. Sonra baktım ki neredeyse profesyonel bir kadrajla çekim yapmışlar. Onları da bir zehirleyebilsem de modelcilik tutkusunu aşılayabilsem diye düşündüm ama bu işin zorla olmayacağını biliyordum. O nedenle oluruna bıraktım.

LiPo’larım artık haşat olma yolunda idiler. Bu kadar sık şarj ve deşarj olmamıştılar şimdiye kadar. Allah’tan T-Rex kitini alırken bir de balance charger satın almıştım sevgili Gökhan’ın ikazına uyarak. Demişti ki, “ekipmanın eksiksiz olursa rahat eder, asıl önemli konulara konsantre olabilirsin”. Çok doğruymuş.

Daha sonraki günlerde bizim Bodrum ekibi ile buluşmaya karar verdik. Cenk ve Emrah ile sözleştik. Bodrum stadının yakınlarında sanayide buluşacaktık. Ama birbirimizi tanımıyorduk. İnsanlar bu gibi durumlarda ne yaparlar? Yakalarına bir karanfil falan takar buluşmaya giderler. Ben bana söylenen sapaktan döndüğümde adamın birisi elinde heli eğitim ayağı ile bakınıyordu! Yanında bir başkası daha vardı. Evet bunlar Emrah ile Cenk olmalıydılar. Bizim gibi tipler karanfilden ne anlar, tabii ki tanınmak için eğitim ayağı son derece mantıklı bir seçimdi.

Az ilerideki Bodrum stadına gittik ve kısa bir uçuş yaptık T-Rex ile. Bu arada Cenk’in aslında iddia ettiği gibi bir mimar değil tam teşekküllü kameraman Cenk Kelle olduğu hissine kapıldım. Sonra dediler ki “haydi Emrah’ın bilgisayarcı dükkanına gidelim”. “İyi” dedik, “gidelim”. Bir bilgisayarcı nasıl bir yerdir sizce? Hah işte orası öyle bir yer değil! İçeride her bir bilgisayara üç RC model düşüyor. Yoksa dört müydü? Dibim düştü desem yalan olmaz. Raptor heliden tutun da kendi kestiği Piper’a, kamera takıp düşürüp parçaladığı bir uçaktan tutun da birkaç adet Honey Bee King II’ye sayısız model oradan bana bakıyordu. Hele iç kısım bir cennetti. Bir RC alıcı bir yerde dururken başka bir yerden bir kumanda kafayı uzatmış, “gelenler kim acaba” diye bakınıyordu. İlk şoku atlattıktan sonra Emrah’ın bilgisayarcılığı bir paravan şirket olarak kullandığını, bu şirketi de aslında kara helikopterleri aklamak için kurduğunu anlamam zor olmadı. Hani birisi es kaza bilgisayarcı diye gelip bir ekran kartı istese imkanı yok bulamazsınız. Ama gidip 35 MHz FM alıcı sorun kimbilir kaç tane çıkar sağdan soldan.

Bir süre sonra biz mağazanın önünde biraz uçuş yapmaya karar verdik. Dışarıya çıktığımızda bu konuda görevli bir arkadaş bekliyordu. Hani var ya, “kaç metreye çıkıyor, gerçekten uçuyor mu, kaça aldın, nereden aldın, yapma mı yaptın alma mı aldın” diye soracak görevli, işte o. Neyse ki Emrah hemen gerekli bilgileri verip uçuş iznini aldı. Bir yandan o Honey Bee ile bir yandan ben T-Rex ile epey bir uçtuk. Ben uçuş yaparken omzumda bir ağırlık hissettim. Meğer Cenk kumanda hareketlerini çekmek için sırtıma çıkmış o sıra. Tonla resim ve video çekti iki arada bir derede. O günü de böyle keyifli bir şekilde bitirdik.

Forumda “Nihayettt” başlığı altında tüm bunlar paylaşılırken birşey dikkatimi çekti. Tüm arkadaşlar (ki daha sonra birçoğunun deneyim düzeyinin benden kat kat yüksek olduğunu bizzat gördüm) benimle aynı sevinci paylaşıyorlardı. Kendileri için günlük standart bir iş bile olmayan iki dakika hover uçuşum nedeniyle duyduğum sevinci ve aldığım keyfi, onların bu yaklaşımları ve paylaşımları daha da artırıyordu.

Samsun’da PPL kursunun ilk uçuş günleriydi. Üç uçak, üç teknisyen ve üç hoca vardı. İki uçağın dörder bir uçağın da üç öğrenci pilotu vardı. Uçak, teknisyeni, hocası ve öğrencileri ile birlikte “posta” olarak adlandırılmaktaydı. Bir öğle vakti şehre yemeğe gitmeye karar verildi ama hangi lokantaya gidileceği konusunda görüş birliğine varılamadı. Ben de gayri ihtiyari olarak “ben postamı toplar giderim, gerisine karışmam” gibi birşey söyledim. Hemen o anda ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladım ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Hocalar ve teknisyenler havacılıkta böyle bir kavramın olamayacağını, hepimizin bir takımda olduğumuzu bana çok güzel bir şekilde anlatmışlardı o gün. Utanmıştım. O günden sonra hayatımın hiçbir alanında bu tür bir gaf yapmamaya çalıştım. İşte benim Bodrum’daki büyük heyecanımın diğer arkadaşlarca paylaşılıyor olmasının altında aslında havacılığın temel ilkeleri yatmaktaydı. İkinci Dünya Savaşı’ndaki bir pilot, vurduğu uçaktan atlayan meslektaşına asla ateş etmezdi. Çünkü onlar her ne kadar düşman taraflarda olsalar da özlerinde havacıydılar ve kardeştiler!

 

ANA SAYFA