Cerrahi ihtisası ile ilgili küçük anılara devam ediyoruz. Bu seferki keyifsiz bir anı ne yazık ki...
Sene 1992. İhtisasımın sonlarına geliyorum. B Servisi’nde başasistan kalmam onaylanmış. Ben de kendimi hazırlamışım. Serviste başasistan konumunda çalışıyorum. Bir başasistandan beklenen tüm işlevleri yerine getiriyorum. Başasistan dozunda fırçalar yemek dahil. Ancak önümde çok büyük bir engel var. Zorunlu Devlet Hizmeti! Yani bizim günlük konuşmada “Mecburi Hizmet” dediğimiz bela.
Bu konuda Kaya hocamıza güveniyorum. Daha önce benzer bir etkinliği olduğu, bir arkadaşımızın mecburi hizmetini bizim fakültede yapmasını sağladığı gibi şehir efsaneleri dolaşıyor kulaktan kulağa. Ne kadar doğrudur bilemem...
Sonuçta uzmanlık sınavına giriyorum ve kısa bir süre sonra doğal olarak fakülte ile ilişiğim kesiliyor. Ben saf saf abilerimin benim için birşeyler yapacağını bekliyorum. Fakat yanıldığımı kısa bir süre sonra anlıyorum. Çünkü uzmanlığımın bakanlığa bildirildiği ve gıyabımda kura çekilmiş olduğu haberi çok geçmeden geliyor.
Sevgili hocalarım ve abilerime durumu anlattığımda, “aa niye bize hatırlatmadın kadro işinle ilgilenseydik” diyorlar. O zaman bir kez daha öğreniyorum ki “gemisini yürüten kaptan”!
Bazı girişimler yapılıyor, üniversiteden benim için bir kadro bulunuyor. Şimdi sıra, mecburi hizmetimin bu kadroya yönlendirilmesinde. Kaya hoca bunu halleder tabii ki. Ne de olsa bizim için yarı tanrı olan bir insan. Yapamayacağı birşey olamaz diye düşünüyoruz hep.
Kaya hoca beni dönemin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olan Mehmet Ali Yılmaz’a gönderiyor. Elime bir pusula yazıp vetiyor. “Hamil-i kart...” hesabı.
Ankara’ya gidiyorum. Binbir güçlükle Mehmet Ali Yılmaz’dan randevu alıyorum. Meclis kulisinde kendisi ile saniyeler süren “uzuuun” bir görüşmemiz oluyor. Elime klasik milletvekili not kağıtlarından tutuşturuyor. Hani kartvizitten büyükçe, üzeri kareli. İşte onlardan. Oraya kendimle ilgili bilgileri ve talebimi yazmam isteniyor. Yazıyorum. Mehmet Ali Yılmaz, bunu dönemin Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna’ya vereceğini söylüyor. Görüşme bitiyor.
Ben, sevgili ihtisas arkadaşım Yasemin ile gelmişim Ankara’ya. O da yeni uzman olmuş ve onun da kura işi var. Birlikte Sağlık Bakanlığı’na gidiyoruz. O kuraya başvuruyor. Eş durumu vs belgeleri ile. Ben de gıyabımda çekilmiş kuraya itiraz ediyorum. Eş durumu belgeleri veriyorum. Kadro evrakımı veriyorum. Yayın listemi veriyorum. Yani bakanlığa diyorum ki, “benim gibi müthiş bir cerrah ve bilim adamını sağa sola mecburi hizmete gönderip ziyan etmeyin, gönderin İstanbul Tıp Fakültesi’ne!”.
Ne de olsa bakanlardan torpilliyiz. Ehh işte biraz da gerekçemiz var. Olur bu iş!
Kura günü geliyor. Yasemin ile bakanlığa gidiyoruz. Onun adı var listede. Benimki yok. Torpiller fos çıkmış yani. O gün şunu anlıyorum. İstanbul ile Ankara farklı yerler. Bizim yarı tanrımızın oralarda pek bir sözü geçmiyor ne yazık ki. Yasemin de paşa paşa çekiyor kurasını ve Senirkent’e atanıyor. Allah’tan onun kalan mecburi hizmet süresi birkaç ay.
Hayal kırıklığı ile dönüyoruz İstanbul’a.